YENİ İLAHİYAT PROGRAMINA DAİR DÜŞÜNCELER



Doç. Dr. Hasan Yücel Başdemir
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
İslami İlimler Fakültesi
01.09.2013

YÖK Genel Kurulu, 15.08.2013 tarihinde yapılan toplantıda, İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin ders programlarını değiştirme kararı aldı. 12 kabul, 8 retle alınan karar, İlahiyat programında köklü değişiklikler içeriyor. Felsefe ve Din Bilimleri (FDB) ve İslam Tarihi ve Sanatları (İTS) bölümlerindeki bazı dersler, kaldırılmış, birleştirilmiş veya azaltılmış. Temel İslam Bilimleri (TİB) bölümünde ise Kelam ve İslam Mezhepleri Tarihi dersleri birleştirilmiş ve kredileri düşürülmüş, buna karşın Tefsir, Hadis ve İslam Hukuku derslerinin kredileri artırılmış. Hazırlık sınıfı hariç lisans düzeyindeki toplam 112 zorunlu kredinin 80’i TİB’e  ayrılmış. İslam Tarihi ve Sanatları bölümü, 16 kredi ile eski ders saatini korumuş. Felsefe ve Din Bilimleri bölümünün ders saati ise 32’den 18’e düşmüş.
4 kredilik Felsefe Tarihi dersi tamamen kaldırılmış. Toplam 16 kredi olan Kelam ve İslam Mezhepleri Tarihi dersi birleştirilerek 6 krediye indirilmiş. Kur’an Okuma ve Tecvid, Tefsir, Hadis ve İslam Hukuku dersleri ise 14 veya 18 kredi olarak düzenlenmiş. Yeni programdaki derslerin yüzdelik karşılıkları ise şöyle:
• Temel İslam Bilimleri (Zorunlu): 80 saat (%52,63) (Kelam ve İslam Mezhepler Tarihi dersleri 10 kredi düşürülerek)
• Felsefe-Din Bilimleri (Zorunlu): 18 saat (%11,84)
• İslam Tarihi ve Sanatları (Zorunlu): 16 saat (%10,52)
• Tüm Bölümler için Seçmeli Dersler: 24 saat (%15,79)
• Alan Dışı Ortak Dersler: 14 saat (%9,21)
• Toplam: 152 saat
Yeni programla İlahiyat öğrencisi, ortalama 18 kredi eksikle mezun oluyor ama daha fazla Tefsir, Hadis, Kur’an-ı Kerim ve Fıkıh dersi alacak olmasına rağmen daha az Felsefe, Kelam, İslam Mezhepleri Tarihi, İslam Felsefesi, Din Felsefesi, Din Eğitimi, Din Sosyolojisi ve Din Psikolojisi öğrenerek.Bu düzenleme birçok hata içeriyor. Öncelikle bu programı kimin ve ne amaçla yaptığı belli değil. Birçok rivayet var. Onları şöyle sıralayabiliriz:
1.       Türkiye’de üniversiteler, uluslar arası ölçülebilirlik ve karşılaştırılabilirlik ölçütleri geliştirmeyi amaçlayan Bologna sürecine dâhil olmaktadır. Yeni program, bunu sağlamak için yapılmıştır.
2.       Felsefe ve Kelam derslerinin, İlahiyat öğrencilerini dinî konularda daha eleştirel hale getirdiği ileri sürülüyor. Bu yaklaşıma göre öğrenciler, dini sorgular hale geliyor. İlahiyat öğrencilerinin dini konularda bir eleştiriye girişmeden ve şüpheye düşmeden mezun olması için felsefe derslerinin kaldırılması öngörülüyor.
3.       28 Şubat’ta “bir takım” İlahiyat Fakültesi hocalarının Felsefe ve Kelam başta olmak üzere bazı derslerin kredisini artırdığı, TİB’in derslerini azalttığı ve yeni programın bu hocalara karşı bir rövanş olduğu ileri sürülüyor.
4.       Mevcut müfredatın 28 Şubat’ın ürünü olduğu, felsefe derslerinin 28 Şubat’ta artırıldığı ve yeni düzenlemenin bu 28 Şubat projesinden dönüş olduğu ileri sürülüyor.
5.       Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imamların iyi Kur’an okuyamadıklarından yakındığı ve yeni müfredatın bunun üzerine yapıldığı söyleniyor.
Bunların hepsi etkili olmuş olabilir. Belki bu iddia ve gerekçeler haklı da olabilir. Öyle olsa bile bunların hiçbiri yeni programa gerekçe yapılamaz. Hem usul hem de pedagojik açıdan programın kabul edilebilirliği yok. Usul açısından uygun olmaması, öncelikle programın istişare edilmeden hazırlanmasından ileri geliyor. YÖK, her konuda üniversitelerden görüş alırken bu konuda İlahiyat fakültelerinden görüş alınmamıştır. Oysa “onların işleri aralarında istişare iledir”. Demokratik temayüllere uyulmadığı gibi İslamî hassasiyetlere de uyulmamıştır. Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar. İstişare olmadığı için haliyle yeni program hiçbir hakikat ışığı barındırmıyor. Türkiye’de 1933’ten beri büyük mücadelelerle oluşturulmuş olan İlahiyat Fakültesi geleneği ve birikimi tamamen yok ediliyor. Yeniden başlayan, hangi sonuçlara yol açacağı belli olmayan Afganistan-Pakistan modeli riskli bir yapılanmaya gidiliyor. Buna benzeyen bir program, geçtiğimiz aylarda Mısır’da namaz kılanları katleden darbeci diktatöre acizlik içinde destek veren kişiliksiz bir Ezher şeyhini çıkardı. Elbette sorun Ezher’de değil ama insan kişiliksiz olunca onu ne felsefe ne de fıkıh adam edebiliyor.
İkincisi, sürekli olarak YÖK’te söz sahibi bazı isimlerden bahsediliyor. Bunların Başbakan’ın isteği, talimatı ve yetkisiyle bu programı hazırladığı söyleniyor.  Bunun doğru ya da yanlış olduğunu kimse teyit edemiyor ve tersten 28 Şubat süreci olarak görülen bu programın müsebbibi Başbakan olarak gösteriliyor. Aksi iddialar da var:  Yeni programın Başbakan’a karşı ilahiyat destekli ikinci gezi dalgasının bir parçası olduğunu söyleyenler var. Amaç, ilahiyatçılarla başbakanı karşı karşıya getirmek, geziyi İlahiyatçılarla sürdürmek. İlahiyattan büyük tepkiler var, bu tepkiler devam edeceğe benziyor ama buradan bir gezi dalgası veya siyasi bir tutum çıkmaz. Temel sorun, bu iddiaların önünü alacak sağlıklı bilgilere ulaşılamaması. Bu tür dedikoduların yayılmasının nedeni, Türkiye’de yüzlerce akademisyeni ve bir geleneği etkileyen bu programın gerekçeleri konusunda paydaşlara gerekli bilgilerin sunul(a)mamasıdır.
Yeni program pedagojik açıdan da uygun değildir. Öncelikle İslam-felsefe ilişkisi ve daha genel olarak din-felsefe ilişkisi, kökenleri çok eskilere dayanan kadim bir tartışmadır. Bu köklü tartışma, bir müfredatla ortadan kaldırılabilecek kadar basit değildir. İslam-felsefe ilişkisi, iki temel kavram arasındaki gerginliğin bir sonucudur. Bunun bir tarafında senkretizm, diğer tarafında ise entegrizm yer alır. Tarih boyunca bilimsel düşünce geliştikçe dinlerle çatışmış ve gerilim yaşamıştır. Buna karşı âlimler, din ve bilimi felsefenin yardımıyla uzlaştırarak bu gerginliği gidermeye çalışmışlardır. Eğer dini düşünce, aklın ve bilimin iddialarına karşı direnemezse senkretizme maruz kalır. Yani ana gövdesini ve özgünlüğünü kaybetmeye başlar ve başka bir düşünce sisteminin istilasına uğrar. Hıristiyanlık üzerindeki Helenistik etki, senkretizmin klasik örneği sayılır. Ancak İslam’ın iki ana gövdesinden biri olan Sünni gelenek bu senkretik istilaya maruz kalmamıştır ve bundan sonra da kalmayacak kadar kendinden emin ve güçlü bir geleneğe sahiptir. Bu gücünü, Hasan el-Eş’ari, İmam Maturidi, Şehristani, İbn Rüşd, İbn Haldun gibi felsefi düşünce ile barışık olan yüzlerce İslam âliminden almıştır. Onlar İslami ilimlerle felsefe arasındaki ilişkiyi sıkı tutmuşlardır çünkü senkretizmden kaçış, başka bir sorunu ortaya çıkarır: entegrizm. Dinin dış dünyaya kapatılması, ana kaynakların dışına çıkılmaması ve kutsal metinlerin literal olarak okunmaya başlanması. Bu durum, dini düşünceyi durağan hale getirmekle kalmıyor aynı zamanda dine dışarıdan gelen fikri saldırılara karşı savunma mekanizmalarını da tamamen kırıyor. Dine olan teveccühleri azaltıyor ve dindarları hayattan kopararak miskinleştiriyor. Tüm toplumlarda bu iki tutum arasındaki dengeyi en iyi felsefe kurmuştur.
Gazali’yi referans alarak felsefe karşıtlığı yapan varsa, bu kişilerin Gazali’yi anlayabilmeleri için felsefi vukufiyete sahip olmaları gerekir. Çünkü Gazali, Tehâfüt’te filozofların düşüncelerine karşı felsefi argümanlarla saldırmış ve İslam düşüncesinin en güçlü felsefi metinlerinden birini ortaya koymuştur.  Konuya vakıf olanlar çok iyi bilir ki Gazali’nin Tehâfüt’teki iddialarına rağmen İslam-Felsefe gerilimi, Sünni gelenek içinde tevkifî/taabbudî konularda değil tali konularda olmuştur. 
İlahiyat fakültelerinde yeterli İslamî eğitim verilemediği, Arapça ve Kur’an öğretilemediği gerekçesiyle Kıraat, Hadis, Tefsir ve Fıkıh derslerinin artırılarak sorunun çözülmek istenmesi iddiasına gelince, sorunun bu şekilde çözülmek istenmesi, eğitimde başarıyı planlama ile ilgili gören; programcılık ve müfredatçılık da denilen bir yanılgıya dayanır. Öğrenme ve öğretme, müfredat düzenlenmesi ve ders saatinin artırılması ile değil öncelikle öğrencinin motivasyonu ile ilgilidir. Hatta bazen ders yükünün ağır olması, öğrenmeyi engelleyebiliyor. İlahiyat fakültelerinde eskiden beri iyi Arapça öğrenen veya iyi Kur’an okuyan kişiler bunu kendi kişisel çabaları ile elde ettikleri mütevatiren sabittir.
Merkeziyetçilik, devlet kontrolü, ayıklanmış müfredat, tek tipçilik gibi gerekçelerle İmam-Hatip ve İlahiyat programlarını eleştiren birçok yazı yazdım, bildiri sundum. Ancak bu olumsuz yönlerine rağmen İmam-Hatip ve İlahiyat programları, İslam dünyasında en çok gıpta edilen ve örnek alınan programlar arasında yer alıyor. Bunun nedeni, bu programlarda bilim, kültür ve din derslerinin bir arada öğrencilere verilmesinin başarılmış olmasıdır. Özellikle Türkiye’de İlahiyat’ın yapısı yeni oturmuş ve en iyi ürünlerin alınabileceği, İslam dünyası ile entegrasyona geçildiği, ümit ve heyecanın hâkim olmaya başladığı bir zamanda yeni program hayalleri söndürmüştür. İndi mülahazalarla program değiştirerek birikimin yok edilmesi, yüzlerce akademisyenin mağdur ve mutsuz edilmesi, eğitimde merkeziyetçiliğin ne kadar zararlı olduğunun açık kanıtıdır. Hiç kimse, bir kişinin kıymeti kendinden menkul fikirlerinin kölesi değildir. Rekabetin olmaması ve merkeziyetçilik eğitimin en büyük düşmanıdır.
Diğer bir konu da birçok akademisyenin derslerinden olmasıdır. Felsefe tarihi dersleri 4 kredi iken yeni müfredatta tamamen kaldırıldı. Birçok dersin kredisi, en az yarı yarıya azaltıldı. Şimdi bu derslerin hocaları ne yapacak? Seçmeli dersler için bu kadar akademisyenin fakültelerde beklemesi çok anlamsız. Bu hocaların felsefe bölümlerine yönlendirileceği söyleniyor. İlahiyatta felsefeci olan bu akademisyenler, felsefe bölümlerinde her nedense İlahiyatçı oluyorlar. Akademisyenler, bu tür gerilimler yaşamak ve işlerini bu şekilde etiketlerle yapmak istemiyorlar. Onlar tercihlerini baştan yapmışlardı ama kurallar sonradan değişti. Bu, hukuka ve vicdana sığacak bir durum değildir.
İlahiyat fakültelerinden felsefe derslerini kaldırmakla İmam-Hatip liselerinden matematiği, tarihi, coğrafya ve felsefeyi kaldırmak aynı şeydir. Oysa bu okulların özgünlükleri bu dersleri, dini eğitimle birlikte almalarında yatmakta ve Türkiye’nin entelektüel iklimine bu birikimle destek verilmesindedir. Üstelik geleneksel İslam eğitiminde felsefe her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Mantık, İslami ilimlerin temeli sayılmıştır. Gazali, mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz demiştir. 16. asra kadar yükseliş gösteren İslam medeniyetinin düşünce ekollerinin her biri felsefi bir epistemolojiye dayanmaktadır. Buna tefsir ve fıkıh ekolleri de dâhildir. İlahiyat programının bunları hiç bilmeyen veya bunlara itibar etmeyen kişilere hazırlatılması çok vahimdir.
Eğer bu müfredat Bologna sürecinin bir gereği ise o zaman dersler arasında adil bir düzenlemeye gidilebilirdi. Tabi başka yollar da var.
1.       Yeni program Bologna süreci için yapılmışsa derslerin, 28 Şubat programı suçlamalarını ve “bazı fakültelerin hocaları” konusundaki iddiaları da ortadan kaldırması için 28 Şubat öncesi müfredat esas alınarak adil şekilde ders indirimine gidilmesi gerekir. Bu düzenleme, 28 Şubat’a dayandırılan gerekçelerin abartıldığı kadar haklı olmadığını da ortaya çıkaracaktır.
2.       Diğer fakültelerde olduğu gibi İlahiyat ders programlarını akademisyenler kendi fakültelerinde hazırlayabilirler ve fakültelerin genel eğilimlerine göre zengin bir müfredat çeşitliliği ortaya çıkar. İlahiyat fakültelerinin derslerini YÖK’ün belirmesi, aşırı merkeziyetçi bir düşüncedir ve ilahiyat eğitimindeki rekabeti ortadan kaldırarak daha iyi müfredatların ortaya çıkmasını engellemektedir. Artık devletin kendi insanlarına güvenme zamanı geldi. Korku ve endişelere gerek yoktur. İntibak zorluğu gibi gerekçeler geçersizdir. Bologna süreci ders içeriklerinde değil alan ve ders saatlerinde intibakı esas alır.
3.       Müfredat çeşitliğine gidilebilir. İlahiyat, İslami İlimler ve din bilimleri fakültesi şeklinde üçlü bir yapılanma ile her fakülte belirli derslere ağırlık verebilir. İlahiyatlar, 1997 öncesi müfredatta yapılacak bazı istişari düzenlemelerle geleneksel yapısını korur. İslami İlimler fakülteleri, TİB ağırlıklı bir müfredat izler. Din bilimleri fakülteleri ise daha fazla kültür tarihi ve din üzerine nesnel çalışmaların yapıldığı fakülteler haline getirilebilir. Dünyada birçok üniversitede hem İslami İlimler hem de ilahiyat programı aynı anda uygulanmaktadır. Öğrenciler, bu fakülteler arasında geçiş yapabilmekte ve istihdam ayrıcalığına maruz kalmamaktadırlar. Çünkü istihdam, diplomaya değil adayların çalışacakları kurumların sınavlarına bağlı. Örneğin Almanya’da Tübingen Üniversitesinde İslami İlimler ve İlahiyat Fakülteleri var. Bunların müfredatları farklı ve katı bir sistem yok. Öğrenciler, bu fakülteler arasında geçiş yapabiliyorlar. Asıl ilginç olanı, her dönemde öğrenciler 4-5 ders almalarına rağmen klasik Arapça metinleri rahatça okuyabiliyorken Türkiye’de bu hiç başarılamıyor.
4.       Alan dışı ortak dersler kaldırılıp yerine programdan çıkarılan dersler koyulabilir. 12 Eylül darbesinin ürünü olan Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi başta olmak üzere pedagojik amaçlar gütmeyen dersler, 2547’nin 5. maddesinde değişiklik yapılarak kaldırılabilir.
Tarihi tecrübeler bize şunları gösterecek: 18 saatlik Kur’an dersi, kıratın kalitesini artıramayacak. Hala en iyi Kıraate, yetenekliler ve meraklılar sahip olacak. 16 saatlik hadis dersi, hadis ilmine vukûfiyeti artıramayacak, sadece 10-15 ilave hadis ezberlemeyi sağlayacak. İstekliler bu kadar hadisi birkaç günde kendi başına ezberleyebiliyor. 18 kredilik tefsir, tek başına Kur’an ilmini artırmayacak çünkü yorum yöntemleri, tarihi metot, alternatif vahiy telakkileri, peygamber ve sahabe psikolojisi gibi konularda tefsir akademisyenlerinin felsefecilerden ve Kelamcılardan aldığı destek ortadan kalkacağı için tedrisat zorlaşacak, ilim azalacak ve onun yerine tekrarcılık ve lafızcılık hâkim olmaya başlayacaktır.
Nihayet İlahiyat fakülteleri sadece din adamı yetiştirmiyor aynı zamanda münevver, münekkit ve akademisyen de yetiştiriyor. Sadece İlahiyat fakültelerine değil felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih ve edebiyat bölümlerine de. Felsefe ve din bilimleri olmayınca bunlar için gerekli olan ayaklardan biri eksik kalıyor. Bu gerekçelerle “yeni program hatasından” derhal geri dönülmesi ve programın istişare ile yeniden hazırlanması konusunu yetkililerin ve kamuoyunun ilgisine sunarım.

Yorumlar

  1. Hacım çok uzun konuşmayacağım. Abdestin farzlarını sayamayan ama bir mecliste abdestin nedenini nasılını çok felsefik bir şekilde anlatan kişiler çıkıyor bu müfredatla. Zekat fıkhını, Hac fıkhını anlat desen anlatamayacak ilahiyatçılar var. TİB dersleri önceliktir. Felsefe derslerinin azaltılması kararı tam anlamıyla nokta atışıdır.

    YanıtlaSil
  2. Bizler felsefeci mi yetiştiriyoruz dinini detaylıca bilen ve YAŞAYAN abidler, alimler, mücahidler mi? Felsefe çok celbedicidir. Çünkü emek yok, iş yok, güç yok insanın kafasını çok kurcalar. Bir Müslüman ana kolonu kaybederse sorgulayıcı bakış açısı onda olsa ne olur olmasa ne olur? Aksine kendisine bela olur.

    Ne yazık ki gençler Din biliyorum diye ideoloji biliyorlar. İlahiyatçıları da mı böyle yapalım? Hani onlar birer mübelliğ birer münzirdi?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MANTIKTA KIYASIN MODALİTESİ: MOD VE ŞEKİLLER

ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI

ŞÜPHE