ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI
Hüseyin
Taha TOPALOĞLU
Giriş
“Varlık
nedir?” felsefe tarihinin en temel sorulardan bir tanesi olagelmiştir.
Aristoteles’e kadar Antik Yunan filozofları bu soru hakkında her ne kadar bazı
cevaplar vermişlerse de Varlık hakkındaki soruya sistemli bir yaklaşım ilk
olarak Aristoteles tarafından sunulmuştur. Aristoteles için Varlık en genel ve
bundan dolayı en belirlenemez kavramdır. Dolayısıyla Varlık hakkındaki söyleme,
varolanın varolmaklığı ele alındığı sürece varlık olma bakımından varlık
hakkında konuşmadan ortaya çıkabilmektedir çünkü varlık olma bakımından varlık,
Varlık gibi tümel değildir. Fakat varlık olmak bakımından varlığı metafizik
haricinde hiçbir bilim yapamaz. Örnek olarak matematik sayıları incelerken,
fizik nesneleri hareketli olmaları bakımından inceler. Fakat metafizik, bütün
varolanlarda ortak bir şekilde bulunan Varlık hakkında varlık olması bakımından
varlık çerçevesinde konuşmaktır ve bu yüzden metafizik ilk felsefe olarak nitelendirilmelidir. Aristoteles, birincil bir
şey olarak her varolanın varolmaklığını kendinde barındıran şey hakkında
konuşmanın tözlerde ve tözlerin ilke ve nedenlerinin gösterilmesinde yattığını
söylemektedir. Aristoteles’in kendinden sonraki tüm Varlık hakkındaki
soruşturmalara temel olacak Varlık felsefesi Metafizik adlı eserinde ortaya
konmuştur.
Çağdaş
Alman felsefecilerinden Martin Heidegger de, Varlık tanımı yapılmadan hiçbir
felsefenin yapılamayacağını savunmuştur. Fakat her ne kadar temel soruları “Varlık
nedir?” olsa da Varlık hakkındaki geleneksel tüm felsefi soruşturmaların
Varlık’ın ne’liğini gizleyen bir yapı bir arz ettiğini savunmaktadır. Çünkü
öncelikle geleneksel felsefe olan metafizik Varlık hakkında şu üç ön yargıya
sahiptir: 1.Varlık en evrensel kavramdır. 2.Varlık kavramı bu yüzden
tartışılamaz. 3.Varlık kendi kendine bir kanıttır. İkinci olarak, metafizik Varlıkla alakalı bu
üç önyargıdan hareketle kendinden olan fakat her varolanda ortak bir şekilde
bulunan bir temel ilke prensibi edinerek
bir usa-vurma ve tümden gelim metodunu benimsemiş ve sonuçta Varlık’ı
teolojinin meşruluk zemini haline getirmiştir. Bu sebeplerden ötürü Varlık
hakkında soruşturma kendini, geleneksel felsefenin bu önyargılarından
kurtararak farklı bir metodoloji ile işe başlamalıdır. “Varlık nedir?”
sorusunun cevabı “Varlık’ın anlamı nedir?” sorusunun cevabında yatmaktadır. Bu
sorunun cevabı varolan bir şey olmayan Varlık’ın anlamını kendinde gösteren
fenomenlerde gizlidir. Fenomenler ancak fenomenlerin görünüşü olan varolanların
ele alınmasıyla ortaya konabilmektedir. Bu ortaya koyuş Varlık’ın anlamını
sorgulayabilen yegâne varolan olan Dasein’ın logos’uyla yani konuştuğu şey hakkında farkındalık kazanmasıyla
mümkündür. Dolayısıyla Heidegger’in Varlık felsefesinin metodu
fenomonolojiktir. Dasein’ın varolan -ontik olarak- olarak varoluşunu anlaması
onu ontik-ontolojik hale getirmektedir ve Dasein, kendinde Varlık olarak
nitelendirilmektedir. Bu sebeple Heidegger’in Varlık felsefesi, en önemli eseri
olan Varlık ve Zaman’da ortaya koyduğu, Dasein hermenötiğidir.
Heidegger’in
Varlık sorusuna ilgisi, Franz Brentano’nun “Aristoteles’e Göre Varılanın Çok
Anlamlılığı Üzerine” adlı tezini okumasıyla başlar. Sonrasında Aristoteles’in
Varlık hakkındaki düşünceleriyle, Edmund Husserl’in Mantık Araştırmaları adlı eserinde ortaya koyduğu fenomonolojik
yöntemi bir araya getirmeye çalışmıştır. Ona göre, Aristoteles varolandan yola
çıkarak Varlık’ı açıklamak istemekle doğru bir başlangıç yapmıştır ve ilk
felsefe adını verdiği metafizik yani metaphysica
generalis’i metafiziğin hakkında konuştuğu Tanrı, ruh ve dünya ile alakalı metaphysica specialis’ten ayırarak,
kendinden sonraki metafizik geleneğinin problemlerinden uzak kalmıştır. Fakat
Aristoteles de varolanı temel alarak varlık olmak bakımından varlık nedir sorusu
yerine varolanın varlığı nedir sorusuna geçmiş ve Varlık’ı gizlemiştir.
Bu
yazıda Aristoteles ve Martin Heidegger’in Varlık felsefeleri ortaya konarak,
benzerlikleri ve farklılıklarının açıklanması amaçlanmıştır. Her iki filozofun
Varlık hakkındaki tüm yorumları bir makalenin hacim açısından sınırlarını
aşacağından, en temel kavramları nispetinde ortaya konacaklardır. Öncelikle
Aristoteles’in Varlık Felsefesi açıklanacak; ikinci olarak Hediegger’in
fenomonolojik ontolojisi ortaya konacaktır. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde ise
sırasıyla benzerlikler ve farklılıklar belirtilecektir.
Aristoteles’in Varlık Anlayışı
Aristoteles’in
Varlık Felsefesi temel olarak üç soru altında şekillenmektedir. “Varlık nedir?”,
“Varolanın varlığı olarak Varlık nedir?”, “Varolanın varolmaklığı nasıl mümkün
olmaktadır?”.
Aristoteles
açısından Varlık’ı Varlık olarak tanımlamak imkânsızdır çünkü “Varlık anlayışı,
zaten varolanda kavradığımız her şeyde kapsanmış…” olarak kavramların en
tümelidir. Bu sebeple, Varlık hakkında konuşmak varolanlar hakkında konuşmakla
mümkün olabilmektedir ki, bu da varolanın varlığı olarak Varlık nedir sorusunun
cevabında yatar.
Varolan,
Aristoteles’e göre kendini şu dört şekilde ortaya koymaktadır: 1. Kategorilerle
2. Olanak ve gerçekliğiyle 3. Doğruluk ve yanlışlığına göre 4. İlinekleriyle.
Fakat İlk Felsefe olarak nitelendirilen Varlık’ın araştırılması sadece ilk iki
şekil olan kategorilerin belirlenmesi ve olanak/gerçeklikle alakalıdır.
Varlık
açısından ilk ve en temel kategori tözdür çünkü Varlık’ın incelenmesi tözün
incelenmesidir. Töz ise en son dayanak, kendinden başka hiçbir şeyin yüklemi
olmayan şeydir. Nitelik, nicelik, yer, durum gibi diğer kategoriler de töz
olmadan var olamazlar. Bununla beraber töz de birincil töz ve ikincil töz
olarak ikiye ayrılmaktadır. İkincil tözler nesnelerin türleri ve cinsleridir.
“İnsan insandır” önermesinde insanın insan cinsine ait oluşu onun ikincil tözüdür.
Birincil tözler ise tikellerdir; duyu ve akılla anlaşılırlar. Örnek olarak bir
insan, imlendiği şekliyle bir insan
olarak birincil tözdür; dolayısıyla “insan o insandır” derken birincil töze
işaret edilmektedir. Birincil tözler da kendi içlerinde duyulur tözler ve
düşünülür tözler olarak ikiye ayrılmaktadır. Duyulur tözler, fiziğin konusu
olarak gelip geçici tözler olarak tanımlanır. Yukarıda o insan olarak nitelendirdiğimiz insan duyulur oluşu nispetinde
duyulur töz olarak nitelendirilmektedir. Fakat düşünülür töz olarak ele
alındığında gelip geçici olmaktan çıkarak zamanda varoldukları halde “insan o
insandır” önermesinin söylendiği anı aşarak zaman üstü hale gelirler.
Aristoteles için, Platonun idea anlayışını tersine, varolanların idealarının
varolanlarda bulunduğu kabul edilmekle beraber varolana ait kategoriler tamamen
zihinde bulunmaktadır ve bu yüzden ilk felsefenin konu edindiği tözler
düşünülür tözlerdir.
Düşünülür
tözler madde, madde ve form ve form
olarak üç kısma ayrılmaktadır. Madde,
tek başına hiçbir niteliği olmayan ama bil’kuvve varolan tözdür. Madde hakkında, form ile bir araya gelip madde
ve formu oluşturmadığı sürece hiçbir şey söylenemez. Form da bir töz olarak madde
ile bir araya gelerek madde ve formu
oluşturmadığı sürece gösterilemez olandır ve onun için sadece bi’l-kuvve
(madde) olanı bi’-fiil (madde ve form) hale getiren denilebilir. Dolayısıyla
madde ile form birbirleriyle bir arada olmadıkları sürece imlenemeyen tözlerdir.
Madde ve form ise bir tikel olarak
madde ile formun bir araya gelmesi ile oluşan tözlerdir.
Yukarıdaki
üç tözü bir kedi olan Garfield ile açıklamak gerekirse; “Garfield bir kedidir”
dediğimizde bir türün öğesi olarak bir kediden bahsediyorsak Garfield’ın
Varlık’ı açısından onun tözüyle alakalı bir şey söylemiş olmayız çünkü tümeller
ikincil tözler olarak Varlık hakkındaki soruşturmaya dâhil değildirler. Ama
“Garfield bir kedidir” derken Garfield’ın Garfield oluşundan bahsediyorsak;
Garfield’ın Garfield olarak madde ve formunu,
Garfield’ın bi’l-kuvve olarak kedi oluşunu (madde) ve Garfield olarak bi’l-fiil
hale getireni (form) ifade etmekteyiz.
Eğer
tözler, kendinden başka hiçbir şeyin yüklemi olmayan şeyler olarak
tanımlanırsa, varolan varolmaklığı bakımından nasıl mümkün olmaktadır sorusu
yine tözler ile açığa çıkmaktadır. Tözler varolanların olanak ve gerçekliğini, madde ile formun bir araya gelerek madde
ve formu oluşturması durumunda energia
adını verdiği etkin olarak varolma halinde ortaya koyar.
Sonuç
olarak Aristoteles, tözler temelinde yaptığı Varlık soruşturmasında, Varlık’ı
en genel kavram olarak tanımlanamaz diye ifade ederken ancak varolanın varlığı
olarak ne şekilde varolduğunu ortaya koydukça hakkında konuşulabileceğini
savunmaktadır. Dolayısıyla buradan, Varlık’ı, temel bir ilke olarak bir bulunuş
(aktüalite/fiil) halinde ortaya koyarak onu zaman içinde bir varolan haline
getirmiştir; varolanların temel ilkesi olarak Varlık adını verdiği bir varolan.
Heidegger’in Varlık Anlayışı
Heidegger’de
“Varlık nedir?” sorusu “Varlığın anlamı nedir?” sorusunun cevabında gizlidir
çünkü Varlık, alelade sorgulanan bir şey olmaktan öte her türlü felsefenin
başlangıç noktası olan bir şeyin ortaya konmasıdır. Dolayısıyla “Varlık nedir?”
sorusunu açımlamak sorgulanan Varlık’ın anlamını sorgulamakta yatmaktadır.
“Varlığın
anlamı” tümcesi, anlayan ve anlanılan arasındaki ilişkiyi imler dolayısıyla
anlayan bir şey sorgulama açısından zorunludur. Heidegger burada Varlık ile
varolan arasında bir ayrım yapmak gerektiğini savunur çünkü anlayan da bir yönüyle
varolandır. Burada varolanı, ontik anlamda kullanmış, bir zamana ve mekana ait
oluşu dolayısıyla duyulur âlemin nesneleri olarak tanımlamıştır. Örnek olarak
insan, taş, çiçek birer varolanlardır ve ontiktirler. Fakat insan diğer
ontiklerden, anlayan olma özelliğiyle ayrılarak ontolojik bir karakter de
kazanmaktadır. Dolayısıyla insan, yegâne ontik-ontolojik varolandır ve bu
özelliğiyle Varlık’ın anlamını sorgulama görevi ona aittir.
Burada
unutulmaması gereken husus Heidegger’in hiçbir zaman insan kavramını
kullanmamış olduğudur. Aynı şekilde o, metafiziğin tarihinde kullanılan ruh,
tin, benlik, özne gibi kavramları da kullanmaktan kaçınır çünkü Varlık ile
alakalı geleneksel tüm tartışmaların bir önyargı ve yanlış yöntem kurbanı olduklarını
düşünür. Heidegger, ontik-ontolojik varolanı orada-burada olan anlamına gelen
Dasein kavramıyla ifadelendirir. Dasein, Varlık’ın –yani kendisinin- anlamını
olanaklı kılan yegâne varolandır.
Bu
anlamı olanaklı kılmak, Dasein’ın öncelikle kendi ontik varoluşunu kavraması
ile mümkün olmaktadır. Bu kavrayış bir bilinç halinde farkında olmakla
alakalıdır. Farkındalık da, ontolojik açımlamayı getirerek Varlık’ın anlamını
ortaya koyar. Dolayısıyla Varlık’ın anlamını ortaya koymak aynı anda Dasein’ı
açıklamaktır. Heidegger burada fenomonolojik yöntemi kendine esas almaktadır
çünkü fenomonolojik yöntem, geleneksel felsefenin Varlık sorgulamasında esas
aldığı usa-vurum ve tümdengelim yerine varolanların varlık karakterlerini ve
varlık minvallerini imleyen varolanların görünüşleri ile alakalıdır. Burada
Varlık’ın anlamı, Dasein’ın bir anlamda tefsir edilmesi olduğu için, varolan
olarak Dasein’ın varlık minvalleri ve varlık karakterlerinin ortaya konması
fenomonolojik yöntemle mümkün olabilmektedir.
Fenomonoloji,
fenomenon ve logos kavramlarının birleşmesinden oluşur. Fenomen geleneksel
kullanımıyla görünüş anlamını taşımaktadır fakat bu durum, Heidegger’e göre
büyük bir yanılgıdır. Çünkü görünmek “kendini göstermek” demekse fenomen
kendini gösteren olarak görünüşte bulunan değil; tersine kendini görünüşte
gösterendir. Fakat aynı zamanda kendini görünüşte gizleyendir de; yani örtük
olandır. Logos ise dil aracılığıyla Varlık’ın kendi kendini ortaya koyması;
Dasein’ın konuşması sırasında ne hakkında konuştuğu ortaya çıkarması anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla fenomonolojik yöntem, kendini görünüşte gizleyenin dil
aracılığıyla ortaya konmasıdır. Bu noktadan yola çıkarak fenomonolojinin,
varlığın varoluşunu ortaya çıkaran bir bilinç hali olduğu iddia edilebilir.
Bununla beraber, Heidegger için Varlık’ın bu şekilde sorgulanması, felsefenin
fenomonolojik ontoloji olmasını beraberinde getirmektedir. Sonuç olarak fenomenolojik
ontoloji Dasein’ın hermenötiğidir.
Dasein’ın
Varlık oluşunu -onun ontik varolmaklığını dışarıda bırakırsak- ontolojik
varoluşuyla alakalı olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda zaman fenomeni,
Heidegger’in Varlık soruşturmasında temel bir rol üstlenir. Heidegger için
günlük zaman kavramı -Heidegger burada alelade
zaman kavramını kullanmaktadır- Dasein için kullanıldığı anda büyük bir
problem doğmaktadır çünkü alelade zaman
kavramı, zamanın mekâna atfedilmesiyle parça parça bütünlerden oluştuğunu varsaymaktır.
Dün, bugün, yarın, sonraki gün gibi zamansal kavramların bir araya gelmesidir alelade zaman kavramı. Fakat Varlık
olarak Dasein için böyle bir zamana ait olduğunu farz edersek, onun varoluşunu
yok sayarak parça parça ontik hallerinin bir bütünü olduğunu söylemiş oluruz. Hâlbuki
Dasein’ın ontolojik yapısı, onun uzaysal zamanı aşan bir zamansallık içinde
varolduğunu göstermektedir. Bu haliyle Dasein, geçmişte varolmuş, şu anda
varolan ve gelecekte varolacak olanın birleşimi değil; varolduğu sürece Varlık
olan ve kendini bu zamansallık içinde anlayandır.
Sonuç
olarak Heidegger, öncelikle Varlık’ı varolanlardan ayırmaktadır. Ona göre
Varlık, varolanları -ontikleri- aşmaktadır. Fakat aynı zamanda Varlık
sorgulaması, varolanlardan hareketle yapılabilir çünkü usa-vurma veya tümdengelim
gibi yöntemler Varlık’ın ne’liği açısından yanlış yöntemlerdir. Bunların yerine
fenomenolojik yöntem esas alınmalıdır ve fenomenolojik yöntem varolanları
görünüş olarak kabul ederek fenomenlere ulaşmayı amaçlar. Fenomenolojik yöntem
Varlık’ın anlamı açısından ancak bir anlayan varolanı şart koşmaktadır ki bu da
Dasein’dır. Dasein anladığı sürece varolan ontik-ontolojiktir ve bu çerçevede
Varlık’ın kendisidir. Bu çerçevede Dasein’ın özü onun varoluşudur ama bu öz
geleneksel felsefenin tözüyle karıştırılmamalıdır çünkü bu şekilde bir özden
bahsetmek Varlık’ı da bir varolan olarak kabul etmek anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla Varlık nedir sorusunun cevabı, Varlık’ın anlamı nedir sorusuna
cevap veren Dasein’ın tefsir edilişinde yatmaktadır.
Benzerlikler
Varlık’ın
sorgulanmasına hem Aristoteles hem de Martin Heidegger çıkış noktası olarak
varolan – Varlık ayrımını temel almışlardır. Aristoteles, Varlık’ın varolandan
töz haricindeki diğer kategoriler, gerçeklik, doğruluk ve/ya yanlışlık ve
ilineksellik bakımından ayrıştığından hareketle Varlık’ın tümel bir kavram
olduğunu; varolanların ise tikeller olarak kabul edilmesi gerektiğini
savunmaktadır. Heidegger’de Varlık’ın gerek uzam gerek zaman açısından
Varlık’ın varolandan farklı olduğunu savunmuştur. Ancak her iki Varlık
soruşturmasında bu ayrım bir başlangıç noktası olarak kabul edilse de ileride
gösterileceği gibi bu başlangıç farklı yorumlara sebep olmuştur.
İkinci
benzerlik ise, her iki Varlık felsefesinde Varlık hakkında konuşabilmenin
varolandan hareketle olabileceği düşüncesi hâkimdir. Aristoteles için Varlık
ancak varolanların içinde örtük olanın açımlanmasıyla ortaya konulabilmektedir.
Platon’un ideaları varolanlardan bağımsızdır; fakat Aristoteles bu ideaların
yüne varolanlarda içkin olduğunu savunmaktadır. Heidegger de Varlık hakkındaki
sorgulamanın ontolojik karakteri olduğunu fakat bu her ontolojik açımlanmanın,
Dasein’ın kendi ontikliği üzerine yapacağı düşünme gerçekleşebileceğini
savunmaktadır. Dolayısıyla ancak varolanın varoluşu üzerine bir sorgulama
varolanı aşan Varlık hakkında bilgi verebilir. Sonuç olarak, Aristoteles için
varolanların ele alınmasıyla Varlık’ın ortaya konmasını sağlayan altheia; Heidegger’de görünüş olarak
kabul edilen varolan, Varlık sorgulaması açısından ele alındığında kendini
görünüşte gizlediği halde aynı zamanda kendini görünüşten açığa çıkaran fenomen
şeklinde kabul edilmiştir.
Son
olarak, her iki filozof da, Varlık hakkındaki sorgulamanın temel noktanın bir bilinç ediminde yattığını kabul
etmişlerdir. Aristoteles için Varlık hakkında konuşmak öncelikle kategorilerle
mümkündür ve Varlık’a ait kategoriler zihindedir. İlk bakışta bu önerme sarih
bir şekilde Aristoteles’i Platon’a yaklaştırsa da unutulmamalıdır ki zihinsel
bir faaliyetin sonucu olarak koyutlanan kategorilerin doğrulukları, varlıksal
doğruluklarla belirlenir. Fakat yine de kategorilerin belirlenmesi Varlık’la
alakalı ise, bu kategorizasyon ancak bir zihin faaliyeti ile mümkündür.
Heidegger için de Varlık’ın ne anlama geldiğini ancak bir anlayan
bulabilecektir ve bu anlayan sadece Dasein olabilir. Dasein bu anlayışa
farkındalık sayesinde kavuşabilir çünkü yukarıda da belirtildiği gibi
fenomenler kendilerini ontiklerde gizleyendirler ve bu durum Dasein’ın çoğunlukla
Varlık’ı hakkında konuşabilmesini güçleştirir. Fakat Dasein bir zihin faaliyeti
olarak kendisi hakkında -kendi ontikliği hakkında- bir farkındalık yaşadığı
anda artık anlayabilmektedir.
Sonuç
olarak Aristoteles ve Heidegger’in Varlık felsefeleri ilk noktada kabul edilen
Varlık-varolan ayrımı; Varlık hakkında konuşmanın varolandan hareketle mümkün
olabileceği ve Varlık hakkındaki sorgulamanın bir zihin faaliyeti olabileceği
noktalarından birbirlerine benzeşmektedir.
Farklılıklar
Öncelikle
her ne kadar Aristoteles varolanın varolmaklığını ortaya koyan şeyi sorgularken
varolanı aşan bir Varlık anlayışını temel almışsa da tözler hakkındaki her
önermesi Varlık’ı yok sayarcasına bir varolan nedir sorgulamasına döner. Bir
anlamda varolan ile Varlık ayrımı ortadan kalkarak Varlık varolana dönüşür ve
sorgulama ilk amacını unutarak Varlık’ı gizler. Heidegger’de ise varolan
hakkındaki fenomenolojik her faaliyet, varolanın ontikliğini aşar ve ontolojik
bir çıkarıma dönüşür. Heidegger bu noktada varolanın bir görünüş olduğunu ve
görünüş olarak fenomenden ayrıldığını Dasein hermenötiğinde temel şart sayar ve
Dasein varlık minvallerini ve varlık karakterlerini açıklarken kullandığı her
kavramı, bu kavramların alelade kullanımlarından ayırır.
İkinci
olarak, Aristoteles’in töz, madde, form ve madde ve form
kavramları Varlık hakkında konuşabilmeyi sağlarken, temel bir ilke ve neden
olarak aşkın bir Varlık’a amaçlanmışlık, en naif tabirle bir yönelmişlik
taşımaktadır. Fakat Heidegger için Varlık, aşkın bir Varlık’ın en temel ilke ve
neden oluşunu kabul etmek yerine Varlık’ın her Dasein’ın kendisinde bulunan ve
Dasein’ın kendisi olarak kendisini tefsir edişinde ortaya çıkan şey olarak
kabul eder.
Son
olarak, Aristoteles’te Varlık yukarıda bahsedilen ilk farklılıktan ötürü bir
bulunuş –mevcut olma- olarak kabul edilir. Bu bulunuşu sağlayan temel kavram
ise zamandır. Zaman, Aristoteles için, varolanın varolmaklığı anlamında,
Varlık’a mekân var kılan hallerinin toplamıdır. Bir varolan için, tözü aynı
kalmak şartıyla, dün varolması, bugün varoluşu ve yarın var olacağı toplamını
ifade eden zaman; töze mekânı şartlar ve Varlık’ı mevcut olan haline getirir.
Fakat Heidegger için Varlık’ın, varolandan en büyük farkı bir mevcudiyet sahibi
olmamasıdır. Örnek olarak, şu anda masanın üzerinde bulunan kalem bir
varolandır ama onun Varlık’ı şu anda masanın üzerinde vardır demek onu
göstermeyi şart koşar fakat bunu yapmak imkânsızdır. Eğer mezkûr kalemin iki
saat önce de şurada olduğunu ve iki saat sonra da şurada var olacağını kabul
edersek, onun teker teker geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanda bir Varlık
olduğunu söylemek de imkânsızdır. Çünkü Varlık bir bulunuşa sahip değildir ve
buradan hareketle alelade zaman kavramıyla da ifade edilemez. Fakat o varolanın
varoluşluğu hakkında bir tefsir edilişle kendini gösterecekse bu onun zamanı ve
mekânı aşan zamansallığıyla mümkündür.
Sonuç
olarak, Aristoteles ve Heidegger Varlık felsefeleri Varlık’ın varolan ile
ilişkisi, Varlık sorgulaması ile temel -ve tümel- bir ilkenin amaçlanması ve
zaman kavramının tanımlanması hususunda birbirlerinden ayrılmaktadır.
Sonuç
Varlık
sorusu felsefe tarihinin en önemli ve en çok sorula gelmiş sorularından
biridir. Bu soruya yönelik ilk sistemli yaklaşım Aristoteles tarafından olmuş;
Varlık’ın ancak varolanlardan hareketle ifade edilebileceğini çünkü Varlık
kavramının en tümel kavram olarak ifade edilemez olduğunu savunmuştur. Metafizik adlı eserinde Varlık’a dair
soruşturmanın temelini tözler olarak belirlemiş; madde, form ve madde ve form olarak ortaya konulan üç
düşünsel tözün varlık olmak bakımından Varlık’ı açıkladığını savunmuştur.
Martin
Heidegger ise Varlık sorusuna cevap bulabilecek tek yöntemin fenomonolojik
ontoloji olduğunu savunmuş; varolan olarak kendi varoluşsallığını farkındalık sonucunda
anlayarak ve sorgulayarak var kılan Dasein’ın varlık minvalleri ve varlık
karakterlerinin tefsir edilmesiyle Varlık’ın anlamı hakkında fikir sahibi
olunabileceğini iddia etmiştir.
Varolan-Varlık
ayrımı, varolandan hareketle Varlık hakkında konuşabilme iddiası ve Varlık
hakkındaki konuşmanın bir zihin faaliyeti olduğunu şart koşmak her iki
filozofun varlık felsefelerinin ortak yönleridir. Fakat varolandan hareketle
Varlık’ı sorgularken merkeze varolanı alarak temel soruyu varolanın varlığı
hakkında soruya çeviren Aristoteles, varolanı Varlık’a ait görünüşler olarak
hiçbir zaman aklından çıkarmayan Heidegger’den ayrılmaktadır. Bununla beraber
Aristoteles’te tözler Varlık’ı sıradan bir varolana çevirerek alelade zaman
kavramı içinde onlara bir bulunuş atfetmiş, temel bir neden ve ilke bulmayı
amaçlayarak teolojik bir sonucun nesnesi haline getirmiştir. Heidegger’de ise
Varlık hiçbir zaman bir mevcut olamaz; o zamanı aşan bir zamansallıkla
alakalıdır ve Dasein’ın varoluşunda, Dasein’ın kendinden başka hiçbir ilkeyi
amaçlamayan bir kavram olarak kendini gösterir.
Kaynaklar
Aristoteles.
Metafizik, Sosyal Yayınları,
İstanbul, 2012.
Çüçen,
Abdülkadir. Martin Heidegger: Varlık ve
Zaman, Sentez Yayın, İstanbul, 2012.
Heidegger,
Martin. Metafizik Nedir, Türk Felsefe
Kurumu Yayınları, İstanbul, 2009.
Heidegger,
Martin. Nedir bu Felsefe?, Sosyal
Yayınları, İstanbul, 2003.
Heidegger,
Martin. Varlık ve Zaman, Agora
Kitaplığı, İstanbul, 2011.
Yorumlar
Yorum Gönder