Alevi Sorununu Kürt Sorunu Üzerinden Düşünmek - Hasan Yücel Başdemir

İnsanların karşı karşıya kaldıkları sorunlara odaklanmaları doğal bir durumdur. Türkiye’deki, etnik, dini, cinsel veya kültürel grupların yaşamış oldukları ve hala yaşadıkları sorunlar, onların duygusal belleğini acılarla doldurmuştur. Aleviler için Koçgiri’den sonra Dersim olayları büyük bir travma etkisi meydana getirmişti. Maraş, Malatya, Çorum, Sivas ve Gazi olaylarının Aleviler üzerinde bıraktığı derin travmayı anlamak için Alevi olmaya hiç gerek yoktur.
Şeyh Said isyanından sonra Başbakan Fethi Okyar’ın politikalarını ılımlı bulan, şiddet yanlısı tedbirlere başvurmak isteyen ve başbakanı bu nedenle görevinden eden, “Demokrasi modası geçmiş bir akımdır.”, “Liberalizm vatan hainliğidir.” düşüncelerini savunan, faşizan ve dini aşağılayıcı ifadeleri her fırsatta halka çekinmeden söyleyen Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker, Şükrü Kaya gibi provokatör siyasetçiler, her fırsatta Kürtleri aşağılamışlar ve bu ülkenin ari Türklerin ülkesi olduğunu savunmuşlardır. Ne yazık ki bunlar Türkiye Cumhuriyetinin resmi ideolojisini bu söylem üzerine inşa ettiler ve Kürtleri ve diğer unsurları yok sayarak ve her fırsatta onları aşağıladılar. 1928’de “Türkçe konuş vatandaş!” kampanyası, Yahudileri ve Rumları olduğu kadar Kürtleri de etkilemişti. Terör, Kürdün adını hatırlattı.
Aslında ayrımcılık Türkiye’de bunlarla sınır değildi. Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler de büyük ayrımcılıklara tabi tutuldular. 1927’de Elza Niyago olayı, Yahudilerin yıllardır çektikleri sıkıntıların dışa vurması idi. Evli ve çocuk sahibi, yaşlı ve eski bir subay olan Emir Ragıp, 22 yaşında bir Yahudi kızını aşkına karşılık vermediği için sokak ortasında bıçaklayarak öldürmüş, tutuklandıktan kısa bir süre sonra serbest bırakılmıştı. Bu, Yahudiler arasında öfkeyle karşılanmıştı. Bu olay, daha kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden oldu ve ırkçı eylemler giderek artış gösterdi. Elbette bunu Bozkurt, Peker ve Kaya gibi politikacıların içeride aynılaştırma dışarı ile farklılaştırma amacı güden ayrımcı dilinden ayrı düşünmek mümkün değildir.
Yahudilere karşı 1934 Trakya olayları, Türkleştirme politikasının sonucu olarak ortaya çıkan ırkçı bir kıyımdı. Varlık vergisi, çalışma kampları, 6-7 Eylül olayları gibi birçok olay gayri-müslimleri yıldırmıştır. Türkiye’nin ulus-devlet tecrübesi, başlangıçtan beri başarısız olmuş, Türklüğü etnisiteden arındırarak bir ulus yaratma ideali tutmamış ve baskıcı, ırkçı bir zihniyeti ortaya çıkarmıştır. Bu zihniyet bugün de “Ne mutlu Türküm demeyen düşmanımızdır.” fikriyatında Türkiye’nin kaybeden ideolojisinin, yeni azınlığının söylemi olarak varlığını devam ettiriyor.
Resmi ideoloji bu süreçte başarılı bir strateji uygulamış ve her mağdurun kendi sorununa odaklanmasını sağlayabilmiştir. Başlıkta Alevi sorununu Kürt sorunu üzerinden düşünmeyi önerdim. Bunu daha da genişleterek herkesin kendi sorununu diğer mağdurlar üzerinden düşünmeleri gerektiğini söylemek istiyorum. Aksi takdirde “yeni azınlık”ın hak talebinde bulunduğu bugünlerde onların bu topraklara ektikleri ayrılıkçı kültür, varlığını devam ettirecektir. Eğer bunu arzu etmiyorsak Alevi sorunu, Kürt sorunu, Başörtüsü sorunu ya da başka bir sorunu birbirinden ayrı düşünmek büyük bir hata olur. Türkiye’de bu sorunlar ortak bir kaynaktan beslenir: Türkleştirmek ve homojenleştirmek isteyen resmi ideolojiden.
Sorunları için çözüm isteyenlerin yapması gereken, çözüm ararken kendileri gibi mağdur olanların sorunlarına da sahip çıkmalarıdır. Kürt sorunu söz konusu olunca mağdur olanlar, Alevi sonunu söz konusu olunca ğadir (mağdur eden) olacaksa, Alevi sorunu söz konusu olunca, başörtüsü konusunda mağdur olanlar ğadir olacaksa, başörtüsü söz konusu olduğunda mağdur olanlar, cemevleri, zorunlu din dersi, DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı), Kürt sorunu, gayri-müslimler söz konusu olduğunda ğadir olacaksa bu toplum insafını ve hakkaniyet duygusunu kaybetmiş demektir.
Şimdi ilk cümleyi hatırlayalım: İnsanların karşı karşıya kaldıkları sorunlara odaklanmaları doğal bir durumdur. Ancak komşularımızın sorunlarını kendi sorunlarımız olarak görmemek hiç doğal değildir. İslam peygamberinin sözü ve ahlakın altın kuralı ile bitiriyorum: “Kendin için yapılmasını istemediğini başkaları için de yapma!”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MANTIKTA KIYASIN MODALİTESİ: MOD VE ŞEKİLLER

ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI

ŞÜPHE