Müfredata “Alevilik” Konusunun Girmesi Yeterli Mi?

Müfredata “Alevilik” Konusunun Girmesi Yeterli Mi?PDFYazdırE-posta
Yazar Şenol   
Cuma, 02 Nisan 2010 19:49
Hasan Yücel BAŞDEMİR
Alevi açılımının en önemli başlıklarından biri, zorunlu din dersinde Aleviliğe yer verilip verilmemesi konusudur. Bazı Alevi temsilciler, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını isterken genel eğilim, müfredattaki Alevilikle ilgili bilgilerin genişletilmesi yönündedir.Müfredatın büyük bir bölümü Aleviliğe ayrılmış olsa bile sorunun çözülmesi mümkün değildir. Türkiye’de din derslerinin amacının ne olduğu, onun bilimsel-seküler bir öğretimi mi yoksa dini-ahlaki eğitimi mi amaçladığı ve hangi politik bakış açısına göre düzenlendiği konusunda ciddi belirsizlikler vardır.Yapılmak istenen yeni düzenlemelerin amacı, çoğulcu bir eğitim sistemi geliştirmektir. Ya da en iyimser yaklaşımla birçok kişi böyle olduğunu düşünüyor. Ancak mevcut düzenlemelere ilave olarak atılan her olumlu adım, gerçekte sorunu çözmek yerine tam olarak amacının ne olduğu belli olmayan eski bir elbiseye yama yapmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir. Öncelikle din derslerinin müfredat içindeki yerini belirleyecek ve hangi politik bakış açısıyla sonunun çözülmesi gerektiği ile ilgili zihinleri netleştirecek bir bakış açısına ihtiyaç vardır.Mevcut milli eğitim müfredatı, din eğitiminde dinin devlet tarafından kontrol edilmesi esasına dayanır. Sınırlarını devlet görevlilerinin belirlediği makbul bir dini öğreti, resmi din eğitiminin tüm aşamalarına hakimdir. Bu, konuları milli laikliğin süzgecinden geçirilmiş bir Hanefiliktir. Bu durum, zorunlu din dersi, İmam-Hatip Liseleri, İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet için de böyledir.

Türkiye’de çoğulcu bir din dersi müfredatının uygulanmasının önündeki en büyük engel, bu gayri resmi, seçilmiş ve ayıklanmış devlet dininin devasa kurumlarının inşa edilmiş olmasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı ve bu kurumda istihdam edilmiş yüz bine yakın memur; İmam-Hatip Liseleri, burada istihdam edilmiş binlerce öğretmen ve dindar insanların bu okullara dramatik ya da çaresiz bir şekilde sahip çıkması. İlahiyat Fakülteleri ve burada dine seküler-bilimsel bakışla din adamı yetiştirme amacının çözülemez ve çözümlenemez bir şekilde iç içe geçmiş olması. Hiçbir eğitim sistemi içine dâhil edilmesi mümkün olmayan, üzerinde çok ciddi çalışmalar yapsanız dahi, genel niteliklerini asla tespit edemeyeceğiniz bu yamalı bohça, ne Alevilerin, ne Sünnilerin, ne gayri Müslimlerin, ne milletin ne de devletin işine yarayabilir.
Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey, mutlak doğruluk iddiasına dayanmayan çoğulcu bir müfredattır. Bunun ön koşulu, bir eğitim sistemi içinde farklı müfredatların olabileceğinin kabul edilmesidir. Bunun için başlangıç noktası, iki parçalı müfredattır. Bu müfredatın bir tarafında seküler eğitim-öğretim vardır. Bunun, genel ortak müfredat olması, bilimsel yöntemi esas alması, seküler eğitim almış öğretmenlerin devlet tarafından atanması, değer yargıları taşımaması ve zorunlu olması gibi nitelikleri taşıması beklenir. Tüm dinler ve mezhepler hakkında bilgi veren genel din kültürü veya dinler tarihi dersi, müfredatın bu kısmına aittir. (Ancak Türkiye’de bu dersi okutabilecek öğretmenler yetiştiren bir kurum yoktur.) Müfredatın bu kısmının dayandığı temel politik yaklaşım, devletin tarafsızlığı ilkesine, çoğulculuğu ve hoşgörüyü geliştirme amacına dayanır. Din özgürlüğü, çoğulculuk ve insan hakları eğitimi de onun bir parçasıdır.
Müfredatın ikinci kısmı, öğrencilere bir dinin pratiğini öğretmeyi, bilincini ve bilgisini geliştirmeyi amaçlayan teknik anlamda din ve ahlak eğitimidir. Burada dini-ahlaki eğitim verilir, teolojik yöntem izlenir, dersi dini cemaatin seçtiği öğretmenler verir. Onların atanmaları konusunda farklı yöntemler izlenebilir. Çocukların talepleri de göz önünde bulundurulabilir. En önemlisi de bu dersler, seçmelidir.
Bu iki müfredatı bir arada tutacak bazı minimum standartlar olabilir. En önemli konu, müfredatın devlet denetiminde olmasıdır. Ancak devlet, hangi dinin müfredatta yer alacağına karar veremez. Her hangi bir dini inancı dışlayamaz. Talepleri olduğu gibi kabul eder. Talep olması durumunda Bahailik ve Yehova Şahitleri dersleri, İslam dersi gibi eşit erişime sahip olacaktır. Devlet bu müfredatın içeriğine müdahale edemez. Şiddeti teşvik eden unsurlar varsa ancak bunlara sınırlamalar getirebilir.
Yaratma ve evrim konusu, bu yapı için en uygun örneklerden biridir. Evrim konusu, biyolojinin konusudur. Bu dersin içeriğinin değer yargıları barındırması, seküler eğitime aykırıdır. Yaratma, din eğitiminin bir parçası olabilir. Bu şekilde öğrencinin her iki yaklaşıma da eşit erişimi sağlanır. Bunları uzlaştırmaya çalışmak, çoğulcu bir eğitimin amacı değildir. Bu iki konunun müfredat içinde yer alması, Milli eğitime aykırı değildir.
Ortaya koyduğum bu bakış açısı, normatif bir inşa çabası gibi görünebilir. Kuruculuğa karşı olan insanlar bu öneriyi yadırgayabilirler. Aslında yazdığım her cümleyi bu anlamda ben de yadırgadım. Ancak Türkiye’de insan hakları ve çoğulculuk bakış açısına sahip olmaksızın bu türden nutuklar atan birçok insan vardır. Bu bana “kendi projemi” anlatmam için cesaret verdi.
Bu bakış açısıyla Aleviliğin mevcut müfredat içinde yer alması, hiç kimsenin sorununu çözmeyecektir. Alevi açılımını sürdürenler, öncelikle zorunlu din dersi iddiasından vazgeçmelidirler. Bu, sorunun çözümü için en büyük adım olacaktır. Sonra iş Alevilere kalıyor. Kendi müfredatlarını hazırlamaya başlasınlar. Onları bekleyen en büyük sorun, uzlaşacakları bir müfredatı oluşturmadır. Çoğulcu bir müfredat veya çoklu müfredat da bu sorunu kolayca aşacaktır. Yeter ki bu yazdıklarım, yıllarca resmi ideolojinin dikatomik dezenformasyonuna (birbirlerine karşı kışkırtma siyaseti) tabi olmuş Aleviler ve Sünniler için hayal gibi görünmesin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MANTIKTA KIYASIN MODALİTESİ: MOD VE ŞEKİLLER

ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI

ŞÜPHE