Türkiye'de Din Özgürlüğü ve Laiklik (Kitabın Giriş Yazısı)

Hasan Yücel Başdemir
Editör

Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan insan hakları ve özgürlük ihlâllerinin basın yayın yoluyla bir anda tüm dünyaya duyurulması nedeniyle 20. Yüzyıl’ın sonlarından itibaren insan hakları ve özgürlükler konusunda dünya kamuoyu daha duyarlı olmaya başlamıştır. Hak ihlâlleri çok yakın zamanlara kadar “bir devletin iç işleri” olarak görülürken günümüzde uluslararası hukuk ve siyasetin bir parçası hâlini almıştır. Bu durum, dünya üzerindeki özgürlük ihlâllerinin bazı uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri tarafından sürekli olarak tâkip edilmesine, âcil önlem ve müdahalelerin yapılmasına ve ihlâl oranlarının düşmesine neden olmaktadır.
En çok ihlâlin yaşandığı alanlardan biri din özgürlüğüdür. Uluslararası Af Örgütü’nün, Irene Khan tarafından kaleme alınan 2009 İnsan Hakları Raporu,  ABD Uluslararası Dinî Özgürlükler Komisyonu’nun 2009 Raporu gibi birçok çalışmada bu durum açıkça gözlemlenmektedir. Türkiye’nin adı, her iki raporda da olumsuz bir şekilde geçmektedir. Türkiye, din özgürlüğü konusunda ihlâllerin yaşandığı bir ülke olarak tasvir edilmekte ve Alevî sorunu, başörtüsü sorunu ve Gayrimüslimlerin hakları, zikredilen konuların başında gelmektedir.
Bu raporlardan biri, Türkiye’de yaşanan sorunu çok iyi tasvir etmektedir: Türkiye, demokratik bir hükümete ve ülkede dinin sosyal yaşamdan ayrılması şeklinde tanımlanan güçlü bir laiklik geleneğine sâhiptir. Aktif sivil toplum örgütlerinin, medyanın ve siyasî partilerin dinin Türk toplumundaki olması gereken rolü hakkında yürüttükleri tartışma, din özgürlüğü ortamını da etkilemektedir. Buna bağlı olarak Türkiye’nin laiklik yorumu, dinî özgürlüklerin sürekli ihlâl edilmesine neden olmaktadır.
Komisyon raporunda da görüleceği gibi din özgürlüğü ve laiklik arasında sıkı bir ilişki vardır. Bunlar arasında, biri olmadan diğeri olmaz şeklinde mantıksal bir ilişki olmamakla birlikte din özgürlüğünün uluslararası inisiyatifin bir parçası hâline gelmesiyle birlikte laiklikle ortak bir kavramsal çerçeveyi paylaşılmaya başladığı bir gerçektir. Bu kavramsal çerçeve, dünyanın farklı coğrafyalarındaki din özgürlüğü ihlâlleri ile ilgili algılamaları, adâlet ve hakkâniyet ölçüleri içinde değerlendirmeyi sağlayan ortak bir zihin durumunun oluşmasına katkı sağlar.
Din özgürlüğü, özgürlükler içerisinde sadece laiklikle bu oranda yakın bir ilişkiye sâhiptir. Bunun nedenini, Türkiye’deki durumu tasvir etmek ve bunu genelleştirmek suretiyle anlamak mümkündür. Türkiye, din özgürlüğü ve laiklik arasında sürekli bir gerilim yaşamaktadır. Kamu otoritesi, din özgürlüklerine saygı göstermek istediği durumlarda bile “laik devleti koruma” histerisi ile karşı karşıya kalmaktadır. Şubat 2008’de TBMM’nin üniversite kampüslerinde uygulanmakta olan başörtüsü yasağını kaldırmak için yaptığı anayasa değişikliği, Haziran 2008’de Anayasa Mahkemesi, söz konusu değişikliğin Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik anlayışını zedelediği ve anayasaya uygun olmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir. Türkiye dışında ülkelerde de buna benzer şekilde laiklik ve din özgürlüğü arasında gerilim yaşanmaktadır. Bu gerilim, bunlar arasında bir ters orantı olduğu görüntüsünü ortaya çıkarır. Gerçekten bunlar arasında nasıl bir ilişki vardır?
Türkiye’de Din Özgürlüğü ve Laiklik kitabı, öncelikle bu soruya cevap arar. Bu, teorik bir arayış değildir ve Türkiye uygulamasını merkeze alır. Daha önce bahsedildiği gibi Türkiye’deki laiklik uygulaması, din özgürlüğünü kısıtlayan bir yapıya sâhiptir. Elbette Türkiye’de din özgürlüğü ihlâlleri sadece “laik devleti koruma” histerisinden kaynaklanmamaktadır. Gayrimüslimlerle ilgili durumlarda olduğu gibi “devleti iç ve dış düşmanlardan koruma” veya “ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve tam bağımsızlığına sâhip çıkma” histerileri din özgürlüğünü sınırlayan farklı algı ve unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Laiklik anlayışının din özgürlüğü için sınırlayıcı bir işleve sâhip olması, Batılı demokrasilerde uygulanan laiklik anlayışı ile Türk laikliği arasında bir uygunluğun olup olmadığı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Tarihî tecrübeler nedeniyle farklı laiklik uygulamaları olmakla birlikte genel olarak laiklik, toplumsal hayatın işleyişini bozmaksızın dinî düşünce ve davranışların yaşandığı bir ortamı temin etmeyi amaçlar. Laikliğin düzenleyici ve koruyucu bir işlevi vardır. Bu işlev, Adnan Küçük’ün yazısında da ifade ettiği gibi “belli bir dinin diğer din ve düşüncelere baskı uygulamasını önlemesi ve kamusal aygıtın belli bir bölümünün belli bir dinin eline geçmesine mâni olması ayrıca benzer şekilde din dışı düşüncelerin de diğer din dışı ya da dinî düşüncelere karşı baskı ya da dayatma uygulamasını engellemesi şeklinde gerçekleşmektedir.”
Türkiye’de Din Özgürlüğü ve Laiklik kitabı Türkiye’nin bu bakış açısında nerede durduğunu ve toplumsal barışa hizmet etmesi gereken laikliğin bunu başarmak bir tarafa neden toplumdaki çatışma ve gerilimlerin kaynağı hâline geldiğini felsefî, ahlâkî, hukukî, psikolojik ve pratik açıdan ele alır. Dindarlar, din özgürlüğünün yokluğundan rahatsızken kamu otoritesini temsil ettiğini düşünen bazı siyasî ve bürokratik kişi ve yapılar, “laikliğin elden gittiğinden” rahatsızdır. Bu kitap bize, başından sonuna kadar din özgürlüğü ile laiklik arasındaki çatışmanın yapay ve uygulamadan kaynaklanan bir durum olduğunu gösterir.
Bilal Sambur, Din Özgürlüğü: Felsefî Bir Bakış yazısında din özgürlüğü ile ilgili tutum ve tavrın sâhip olduğumuz felsefî ve ahlâkî anlayışı yansıttığını söyleyerek bu konudaki sorunların, felsefî ve ahlâkî nedenlerden kaynaklandığını ileri sürer. İnanç ve değerler çoğulculuğu, insan hayatının temel olgusal gerçekliğidir. Dinî ve seküler çoğulculuğu korumanın yolu da din özgürlüğünden geçer. Din özgürlüğü, sadece dinlere özgürlük değildir. Din özgürlüğü, dinler kadar din dışı ve din karşıtı görüşlere ve seküler fikirlere de özgürlük tanınmasını içeren geniş bir özgürlük kategorisidir.
Sambur, dinî inançları seküler fikirlerden daha üstün ve değerli olarak değerlendirmenin din özgürlüğünün gereği olmadığını söyler. Seküler bir yaşam biçimi, dinî bir yaşam biçiminden üstün olmadığı gibi dinî bir yaşam biçimi de seküler bir yaşam biçiminden daha üstün değildir. Her yaşam biçiminin, onu tercih eden birey açısından bir anlam ve değeri vardır. Sambur, ulusal güvenlik gerekçesi, dine devlet müdahalesi, endoktrinal eğitim gibi durumların din özgürlüğünün felsefî ve ahlâkî zemine verdiği zararı ele alır. O, ayrıca laiklik, laisizm, relijyonizm terimleri çerçevesinde Türkiye’deki laiklik uygulamaları ile dinî diktatörlükler arasında din özgürlüğü açısından nitelik farkının bulunmadığını güçlü bir şekilde ortaya koyar.
Adnan Küçük’ün “Laikliğe İlişkin Tartışmalar ve İki Laiklik Modeli“yazısı, Türkiye’deki laiklik anlayışının mevcut anlayışlar içindeki yerini, hukukî karşılaştırmalarla inceler. Küçük’ün yazısı bize Türk laikliğinin din özgürlüğünü neden dışarıda tuttuğunu görmemizi sağlayacak nedenleri verir. Bu makalede farklı ülkelerdeki tarihî tecrübeler ve uygulamalar, karşılaştırmalı bir şekilde verilmiş ve bunların laikliği tanımlamaya yarayacak ortak bir düşünsel zemini sağlamak için yeterli olup olmadığı sorgulanmıştır. Küçük, farklı uygulamaların bir kısmında (laiklikle din özgürlüğü arasında) ortak bir düşünsel zeminin olduğuna, ancak diğer bazılarının bu niteliği taşımadığına dikkat çekmiş ve buradan hareketle uygulama farkının iki tür laiklik anlayışını ortaya çıkardığını belirtmiştir: cumhuriyetçi laiklik projesi ve demokratik laiklik projesi.
Bu iki anlayış, hukukî yapılar ve uygulamalar tasvir edilerek elde edilmiştir. Bazı ülkelerde benimsenen laiklik, çoğulculuk zemininde bir arada yaşamanın formülünü içinde barındırırken bazı ülkelerde benimsenen laiklik türü ve uygulamaları, bir yandan devlet ile toplumun belli kesimleri arasında diğer yandan da toplum içerisinde çeşitli kesimler arasında değişen oran ve şiddette ciddî çatışmaların yaşanmasının temel sebebini teşkil etmektedir. Küçük, cumhuriyetçi laiklik uygulamasının bu çatışmaya meyyal olduğu tespitini yapar. Ayrıca o, “laik toplum” gibi kullanımlar üzerinden zihin çözümlemelerine girişir ve Türkiye’deki uygulamanın cumhuriyetçi laik doktrinin, Fransız uygulamasının geçmişinde kalmış kötü bir versiyonu olduğunu ortaya koyar.
Hasan Yücel Başdemir, “Millî Laiklik ve Din Özgürlüğü: Türkiye’de Laikliğin Kurumsallaşmasının Önündeki Engeller” yazısında Türkiye’deki laikliği “Millî Laiklik” olarak isimlendirerek bu anlayışın ortaya çıkmasına neden olan psedo-laiklerin zihin durumlarını tasvir eder. Başdemir, millî laikliğin aydınlanmacı, dönüştürücü, çatışmacı, dışlayıcı, sınırlayıcı, agresif, kendine aşırı güvenme gibi niteliklerini ortaya koyar ve Türkiye’deki bu laiklik uygulamasının ortaya çıkardığı algının, laikliğin toplumsal bir değer hâlini alması için psikolojik bir engele dönüştüğü tespitini yapar. Sonuç olarak laikliğin bu millî içerikten arındırılması ve din özgürlüğüne dayalı olarak tanımlanması önerilir.
Bican Şahin, “Bir Liberalin Vicdanı: Pierre Bayle’in Vicdan Özgürlüğü Savunusu” adlı makalesinde birbirinden farklı iyi hayat biçimlerinin hoşgörü ve barış içerisinde bir arada yaşamasının imkânını sorgular. Şahin, önce Chandran Kukathas’tan hareketle bireysel özerklik temelinde şekillenen iyi hayat biçimlerinin yerine aidiyete ve grup özerkliğine dayalı liberal bir bakış açısını ortaya koyar ve bu düşünceyi, siyasal kurum ve kuralların belli bir ahlâkî iyi anlayışına dayanmaması nedeniyle “siyasal” liberalizm olarak adlandırır. Burada birbiriyle rekabet hâlinde farklı ahlâkî ve iyi hayat biçimlerinin bulunduğu bir durum tasvir edilir. Bireyler, kendileriyle aynı vicdanî kabullere sâhip olmayanlarla bir arada olmaya veya vicdanları dışında bir iyi hayat biçimini kabul etmeye zorlanamazlar. Şahin, bu düşünceyi gerekçelendirmek için Aziz Augustine’in İncil’e dayanarak “zulmün hak dine karşı yapılmasının yanlış ancak hak dinin sapkınları doğru yola getirmek için zulme başvurmasının doğru” olduğu şeklindeki yaklaşımını eleştiren Pierre Bayle’in vicdan özgürlüğü savunusuna başvurur. Bayle’in, lâfzî yorumun bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylediği bu yaklaşımın ilâhî mesajla, doğal vahiyle ve Tanrı iradesiyle bağdaşmadığını gösterdiği bu makale, farklılıkların bir arada barış içinde yaşaması konusunda Türkiye’de var olan tereddütlerin giderilmesine de katkı sağlayacaktır.
Bu kitapta yer alan son çalışma, Hasan Yücel Başdemir’e ait “Optimum Değerler Olarak Laiklik ve Din Özgürlüğü” adlı ikinci makaledir. Başdemir, öncelikle Türkiye’de din özgürlüğü ile laiklik arasında yaşanan gerilimi ele almış ve bunların birbirlerini sınırlamadığını savunmuştur. Bu makalede laikliğin hayatı tüm yönleri ile belirleyen ve bireylerin birincil (dinî veya seküler) tercihlerine alternatif bir düşünce olmadığı; farklılıkların bir arada barış içinde yaşamasını temin edecek, farklı inanç grupları arasında saygı esasına dayalı olarak ilişkileri düzenleyici ahlâkî, hukukî ve siyasal bir değer olduğu gösterilmiştir. Herhangi bir inancın diğer inançlar üzerindeki tahakkümünü engellemesi ve bir inancın dinî pratiklerini yerine getirirken diğerlerinin özgürlüklerinde bir azalmaya yol açmasının ahlâkî ve hukukî olarak kabul edilebilir olmaması nedeniyle laiklik ve din özgürlüğü, optimum değerler olarak nitelendirilmiştir. Başdemir, laiklik ve din özgürlüğünün sınırlarının, farklı inanç ve hayat biçimlerinin birbirleriyle yüzleşmesiyle belirlenebileceğini, önceden bir belirleme yapmanın sorunu çözemeyeceğini liberal geleneğin üç önemli düşünürünü; Isaiah Berlin, Friedrich von Hayek ve Karl Popper’ı merkeze alarak ortaya koymuştur. Türkiye’de Din Özgürlüğü ve Laiklik kitabı, Türkiye için kısa da olsa bir gelecek vizyonu çizmektedir. AB’ye giriş süreciyle birlikte Türkiye’de laiklik için yeni bir dönem başlamaktadır. AB süreciyle Türkiye’de laiklik düşüncesinin felsefî ve ahlâkî işlevine uygun olarak yeniden yerleşmesi için tarihî bir fırsat karşımızda durmaktadır.
Gelişmiş demokrasilerde laiklik, tarihî tecrübelerinden sıyrılarak ortak bir algıya doğru evrilmektedir. Bu sürecin en belirgin vurgularından biri, laiklik ve din özgürlüğünün birbirini sınırlayan bir anlama sâhip olmadığı aksine birbirini tamamladığı düşüncesidir. Bu düşünce, devletin dinî ve din dışı gruplara karşı tarafsız olması ile bu gruplara mensup olan insanları hukukî ve siyasî alanda sadece bireyler olarak tanıması anlayışına dayanır.
Din özgürlüğü ve laiklik, bu hâliyle bireylerin kişisel inançlarıyla karşılaştıracakları ideal veya üstün değer referansına sâhip bir sistem değildir. Onlar, farklılıkların barış içinde bir arada yaşamasını sağlayacak olan optimum değerlerdir.
Türkiye’de Din Özgürlüğü ve Laiklik kitabı, 20-21 Aralık 2008 tarihlerinde Konya’da dinî cemaat temsilcileri, akademisyenler ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla düzenlenen “Laiklik ve Din Özgürlüğü” başlıklı toplantıda sunulan bildirilerle, ilâve iki makaleden oluşmaktadır. Bu toplantıyı düzenleyen Liberal Düşünce Topluluğu’na ve kitabın basımını üstlenen Liberte Yay.’na teşekkür ederim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MANTIKTA KIYASIN MODALİTESİ: MOD VE ŞEKİLLER

ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI

Hakikat Arayışında Augustinus ve Gazali'nin Yöntemleri ve Görüşlerinin Derlemeci Bir Yöntemle Karşılaştırılması