Başlarken: Türkiye hepimizin


05.11.2015 
Hasan Yücel Başdemir
hasanyucelbasdemir@gazeteyeniyuzyil.com 
  • Share
Gök kubbe altında söylenecek daha çok söz var. Hayatın milyonlarca yüzü var ve her söz bir yüzün ifadesi. Yeni Yüzyıl, dün yeni bir yüzle, “Türkiye Hepimizin” sloganıyla yayın hayatına başladı. Eksik kalmış sözleri tamamlamak, sorunlarımızla yüzleşmek, hayatın yeni yüzlerini keşfetmek ve deneyimleri okuyucu ile paylaşmak için.
Ben de bu sözlere yenilerini katmak için haftada iki gün, Çarşamba ve Cuma günleri bu sayfadan okuyucuya sesleneceğim. Yazılarımın ana temasını güncel siyaset, siyasetin faziletleri, devletçiliğin reziletleri, dini düşünce, Müslüman dünyanın sorunları, din-devlet ilişkisi, din ve vicdan özgürlüğü, din eğitimi, eğitim reformu, akademia, Türkiye’nin din siyaseti, dini çoğulculuk, sivil toplum, dinin sivilleşmesi, hayatımızdaki yeri ve toplumsal görünümleri oluşturacak.
Yaşadığım dünyanın ve Türkiye’nin meselelerini ele alırken liberal-muhafazakâr bir bakış açısına başvuracağımı belirtmek isterim. Başka ifadeyle aşırı-eleştirici, yıkıcı, devrimci ve saldırgan olmak yerine sağduyuya dayalı, iyimser ve yol gösterici bir üslubu yakalamaya çalışacağım.
Bu, zaman zaman yüreğimin götürdüğü yerlere gitmeyeceğim anlamına gelmiyor, ama düşüncelerimde temel insan haklarına saygıyı, farklılığı toplumsal zenginlik görmeyi, devlet merkezli düşünce yerine sivil düşünceyi esas almayı, en zor zamanlarda bile siyaseten meşru olanın yanında kalmayı okuyucuya karşı borç biliyorum.

Cumhuriyetin kuruluşu, ulus-devlet düşüncesinin dünyada en popüler olduğu yıllara denk geldi. Yeni cumhuriyet, Osmanlı imparatorluğunun dağılmış olmasının travmasıyla kendini koruma altına almak istedi. Tercih ettiği yöntem, zaten İtalya’da vardı: Ülke içindeki insanları birbiriyle aynılaştırmak; ülke dışındakilerle farklılaştırmak. Bu şekilde kendine özgü, dışarı kapalı ve itaatkâr bir “Türk milleti” yaratılmak istendi.
Yeni bir millet yaratma sevdası uzunca bir süre sürdü. Bu milletin, sırf kendine özgü bir dili, dini, mezhebi, hatta tarihi olmalıydı. Cumhuriyet tarihinin uzunca yılları, yek pare bir millet yaratma hayal ve baskılarıyla geçti.
1950’de çok partili seçimlerin yapılmasıyla Türkiye yeni bir döneme girdi. Artık millet iradesi, iktidarını belirleyecek yollara sahip olmuştu. Devletin milleti değil, milletin devleti kurma süreci başladı. Bu da demokrasinin önündeki vesayet sistemi nedeniyle uzunca bir süre başarılamadı. Temel hak ve özgürlüklerin kazanılması çok daha uzun bir zaman alacaktı; şimdilerde bile tamamlanmamış kadar uzun bir zamandı bu.
Türkiye, Avrupa Birliği uyum sürecinin başladığı 2001 yılına kadar toplumsal barışı sarsan vatandaşlık politikaları izledi. Bir kısmı hala devam eden inanılmaz yasaklar vardı: Türkçe dışındaki yerli dillerin konuşulması, bunlarla eğitim ve öğretim yapılması, Latin alfabesi dışında alfabe kullanılması yasaktı.
Alevilerin kültürel ve dini hayat alanları hem devletin baskılarından hem de toplumun onlara karşı duyarsızlığından dolayı daraltılmıştı. Gençler farkında olmaya bilir; bu nedenle hatırlatmak gerekir: Alevilerin dinsel ve sosyolojik açıdan görünürlüklerinin artması, 2002 yılından sonraki zamanlara denk gelir. Kürtler, dindarlar ve gayri-Müslimler de farklı şekillerde haksızlığa uğramış; ama herkes kendi mağduriyetlerinin nedeni olarak devleti değil, tanımadığı insanları görmüştü.
Türkiye’nin her türlü temel sorununu çözebilmesi için farklı hayat tarzları arasında mutabakat sağlayacak bir siyasi geleneğe ihtiyaç var. Devlet ve siyaset, birleştirici bir unsur olmalı; ayrıştırıcı ve çatıştırıcı değil. Bu nedenle kültürel ve ideolojik her türlü farklılığın kabullenilmesi ve ülkenin asli unsuru olarak görülmesi, siyasi olduğu kadar ahlaki bir sorumluluktur. Elbette bu sorumluluk, devlete değil, sivil topluma ve biz bireylere ait.
Türkiye’deki ayrıştırıcı mekanizmanın toplum olmadığı, aksine devlet elitizminin bunu doğurup büyüttüğü ve sokağa saldığı aşikâr. Bu nedenle demokrasi, halkın iradesi olarak barışın garantisidir.
Bu iradenin eseri olan Türkiye, Hepimizindir; hatta onun parçası olmak isteyen herkesindir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MANTIKTA KIYASIN MODALİTESİ: MOD VE ŞEKİLLER

ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI

ŞÜPHE