Haklı ve Haksız Savaş


27.11.2015 
Hasan Yücel Başdemir 

Türkiye, sınırları içindeki son büyük savaşını 13 Eylül 1921’de Sakarya’da yaptı. Sakarya Meydan Muharebesi,Kurtuluş mücadelemizin en büyük savaşı idi. Türklerin uzun zamandan beri bizzat kazanmış olduğu ilk büyük zaferdi Sakarya; ama sonuç zafer de olsa savaşın yıkıcılığı bir kez daha görülmüş, nice vatan evlatları hayatını kaybetmişti.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda yer almadı; ama daha sonra sınırlarının ötesindeki savaşlara dâhil oldu. Bunlardan ilki, 1950-53 arasındaki Kore savaşı oldu, askerlerimiz Kore’de BM gücü altında savaştı. 1974’teKıbrıs Barış harekâtı, yine sınır ötesi savaşlarımızdan biri oldu.
1980’lerin sonundan itibaren Kuzey Irak’taki terör mevzilerine hava saldırılarımız devam etti ve ülke sınırları içinde PKK terör örgütü ile mücadeleler sürdü. Bir gerilla savaşı olması nedeniyle PKK ile mücadeleyi bir kenara bırakırsak 1921’den itibaren Türkiye, kendi sınırları içinde bir savaşa girmekten her zaman imtina etti, çünkü yüz yıl öncesinde bu topraklar, savaşın yıkıcılığına tanıklık etmişti.
Barış Savaştan İyidir!
Türkiye, 2013 yılından beri Orta Doğu’daki sıcak savaşın bir parçası olmaya zorlanıyor. Bugünlerde bu süreç, başka bir yöne kaymaya başladı. Rus ordusuIŞİD’le mücadele adı altında Türk köylerini havadan bombalıyor.Esad rejimi de karadan saldırılarla Suriyeli Türklere karşı bir katliama hazırlanıyor.
Türkiye, iki gün önce sınır ihlali yapan bir Rus savaş uçağını düşürdü. Dün, Rus uçakları da muhtemelen bir misilleme olarak Türkiye’nin insani yardım konvoyunu bombaladı. Türkiye’ye karşı inanılmaz bir taciz süreci yaşıyoruz. Bu olaylar, ülkeyi Rusya üzerinden Orta Doğu’daki savaş ve belirsizliğin içerisine doğru çekme çabalarının son aşaması gibi görünüyor.
Türkiye, savaşın dışında kalabilmek için büyük bir direnç gösteriyor. Çünkü dengelerin sağlanması ve bölgenin istikrara kavuşması için savaşa girmeden yapabileceğimiz şeyler, girince yapabileceğimiz şeylerden çok fazla.
Öncelikle sıcak bir savaş, Orta Doğu ile ilgili senaryolar üzerindeki kontrolümüzü tamamen kaybetmemizesebep olabilir. Senaryoların piyonu haline gelebilir ve bölgedeki kontrolümüz zayıflayabilir. Bu da bizim için ve Orta Doğu için hayır değil şer demek.
İkinci olarak ABD, Fransa ve Rusya için Suriye’deki savaş, bir sınır ötesi savaşı, fakat bizim için böyle olmayabilir. Bu durumda bizi bıktıran, enerjimizi tüketen ve evlatlarımızı öldüren bir savaşın içinde kendimizi bulabiliriz. Her durumda, sıcak savaşın bedeli bizler için ağır olacaktır.
Savaşın Kazananı Olmaz
Son kazandığımız savaşlardan birinin üzerinden tam yüz yıl geçti: Çanakkale Zaferi. Ama tarihçiler hala şu sorunun cevabında zorlanıyorlar. Çanakkale zafer mi yoksa yenilgi miydi? 250.000 entelektüelini, aydınını, kanaat önderini ve dinamik insan gücünü kaybederek elde edilen bir zafer, zafer midir?
Savaş her durumda yıkıcıdır ve savaşların asla kazananı olmazKazanç denebilecek tek şey, barıştır. Buna rağmen tarih, hasta beyinlerin sebep olduğu yüz binlerce savaşla doludur. Ama savaşlar bazen meşru olur. Size musallat olanlara karşı kendinizi korumak zorunda kalabilirsiniz. Buna “haklı savaş” adı veriliyor.
Haklı savaşın üzerinde de daha meşru bir “savaş”ın olduğu da unutulmamalıdır, o da diplomatik savaştır: yıkıcılığı az, avantajları daha fazla. Bu savaşın araçları ise top, tüfek, uçak değil ticaret, teknoloji ve entelektüel sermayedir.
Türkiye’nin son iki günde yaşadıkları, oldukça kritik bir dönemde olduğumuzu gösteriyor. Şimdi ya diplomatik süreçleri işleteceğiz ya da kendimizi haklı da olsak sıcak bir savaşın içinde bulacağız. Savaş akl-ı selimin işi değil. Şimdi hem bu duruma düşmeden hem de Türkiye’nin menfaatlerini ve itibarını koruyan bir sürece ihtiyacımız var. Bu süreci başarıyla yürütebilmesinde akademisyen, aydın ve entelektüellerin sivil katkılarınınçok önemli olduğu unutulmamalıdır.
Rusya, en büyük ticari ortaklarımızdan biri. Mises’in  “Malların geçtiği sınırlardan asker ve silah geçmez.”sözü,Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir kez daha denenecek. Diplomasinin kazanması, hepimizin menfaatinedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MANTIKTA KIYASIN MODALİTESİ: MOD VE ŞEKİLLER

ARİSTOTELES VE MARTİN HEİDEGGER’DE VARLIK KAVRAMI

ŞÜPHE